22 Aralık 2016 Perşembe

Arılar Ölürse İnsanlar da Ölür!

           Yaşamımızın minik bir böceğe bağlı olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Arılar! Yaşamış en zeki insanlardan biri olan Albert Einstein arıların insan için hayati öneme sahip olduğunu söylemiş; “Eğer arılar ölürse insanlar da 4 yıl içerisinde yok olur, çünkü arı olmazsa çiçeklerde döllenme olmaz, döllenme olmadan; bitkiler, hayvanlar ve insanlar da olmaz”.  Bazı çevreler Einstein’ın böyle bir şey söylemediğini iddia ediyor. Fakat bilim insanları, Einstein’ın bu söylemini doğru kabul ederek yaptıkları araştırmalarda insan hayatının büyük oranda arılara bağlı olduğunu kanıtlıyor.



          Peki gelin şu arıları biraz yakından tanıyalım. Ne yapar arılar? sadece bal mı üretir? Aoero dinamik yasalara göre arıların uçamaması gerekir fakat arılar dakikada 11,400 kez kanat çırparak uçabiliyor, bunun nasıl olduğu bilim insanlarınca halen tartışılıyor. Arılar, üzerine, ciltlerce kitaplar yazılmış canlılardır. Arılar, tek başlarına yaşamazlar. Bir hiyerarşi içinde devlet düzeni kurarak; sosyal topluluklar olarak yaşarlar. Aralarında iş bölümü yaparlar ve iletişim kurarlar.  İnanılmaz bir şekilde on binlercesi bir arada uyum içinde yaşayabilir. Barınmak, yiyecek stoklamak ve yumurtalarını büyütmek için binlerce altıgen bölmeden oluşan petekler yaparlar. Peki yaptıkları bu petekler neden altıgen? neden üçgen değil kare ya da yuvarlak değil de altıgen? Matematiksel olarak en az malzemeyle en fazla depolama alanı oluşturmak için en ideal şekil altıgendir. Matematikçilerin bile arılara bakarak keşfettiği bu bilgiyi arılar milyonlarca yıldır biliyor ve peteklerini ona göre yapıyorlar. Altıgenin bir iç açısı 120 derecedir. İnsanın açı ölçer kullanmadan kusursuz bir altıgen çizmesi neredeyse imkansızdır. Arılarsa bundan bir değil binlercesini yapabiliyor; üstelik açı ölçer falan da kullanmadan!
         
           Bal arılarını daha iyi anlayabilmemiz için arı kovanının içinde neler döndüğüne bakmak lazım. Fakat dedim ya arılar, hakkında, ciltlerce kitaplar yazılmış yaratıklar, o yüzden bu yazıda çok detaylara girip konuyu dağıtmadan asıl meselemize tekrar dönelim. Arılar ölürse insanlarda ölür mü? Bilime göre evet ölür! tabi bu bir anda olmaz yavaş yavaş gelişen bir süreç sonunda gerçekleşir. Balarılarının, çiçekli bitkilerle karşılıklı faydalanmaya dayanan ilişkileri vardır. "Çiçek ve bitki türlerinin tüm polenleri, arıların ayaklarına yapışır. Arılar, 130 bin farklı bitki türüne konarak tozlaşmayı sağlar. Şimdi burada şu soru sorulabilir çiçeklerin döllenmesi sadece arılarla mı mümkündür? "Doğada çiçeklerin döllenmeleri; rüzgar aracılığıyla da gerçekleşebilir. Fakat Böceklerle özellikle de arılarla tozlaşma oranı daha büyüktür. Meyve ağaçlarına ait çiçeklerin birinden diğerlerine çiçek tozu taşıyan böceklerin %75'ini, balarıları oluşturmaktadır. Bu nedenle modern yetiştiriciler, daha fazla ürün alabilmek amacıyla, çiçeklenme zamanı geldiğinde bahçelerine, bahçedeki ağaç sayısıyla orantılı olarak arı kovanı koyarlar." Sadece bir kovandaki arılar, 1 gün içinde, 1 milyon çiçeği döller. Tüm bunlar sona ererse, bitkiler yok olur. Sonra bitkiyle beslenen hayvanlar, daha sonra da insanlar ölür." Yani doğanın içindeki dengede büyük önemi olan arıların ölümüyle denge bozulur ve yok olma süreci başlar. 

           Dünya genelinde yapılan araştırmalara göre son yıllarda arılarda doğanın ekolojik yapısının bozulması nedeniyle yön bulma kabiliyetlerinin çok azaldığı hatta yok olduğu gözlenmiştir. Bu da arıların yalnız kaldıkları için ölümlerine sebep olur. Geçtiğimiz 20 yılda dünya genelinde arıların %50 oranında azaldığı görüldü. Bunların sebepleri arasında yanlış tarım ilaçlarının kullanımı ve ekolojik sistemin tahrip edilmesi gibi pek çok sebep olduğu düşünülüyor. 

Milyonlarca yıldır var olan arılar bugün yok olmamak için bir savaş veriyorlar ve eğer kaybederlerse bu bizim de sonumuz olur. Sonuç olarak arılar sadece bal üretmez gerçi bal bile başlı başına bir mucize aslında ama yediğimiz tüm sebze ve meyvelerin oluşması için gerekli polenleri arılar taşıyor. Tüm bitkileri, hayvanları ve en sonunda da hayatımızı kaybetmek istemiyorsak, Arıları korumaya, çevremizi yani doğayı koruyarak başlayabiliriz. Biz elimizden geleni yapalım. Doğa zaten muhteşem bir şekilde dengesini sürdürmeye devam edecektir.

31 Temmuz 2016 Pazar

Edison'dan Büyük Ayıp / Ampulü Kim İcat Etti? / Tesla vs Edison


            Bazı akşamlar elektrikler kesilip karanlıkta kaldığımızda sağda solda nasıl mum aradığımızı bi hatırlayın, ne kadar da sıkıntılı bi durum. Aydınlatmanın yani ampulün ne kadar değerli bi icat olduğunu işte tam da o anda anlıyoruz.               
            Bundan yaklaşık 150 yıl öncesine kadar yani dünyada henüz aydınlatmanın mumlar ve gaz lambalarıyla yapıldığı dönemlerde birileri ampulün icadı üzerine çalışıyordu. Aklınıza hemen ampulün mucidi olarak Thomas Edison gelebilir fakat ampulü ilk icat eden Edison değildir. Edison, ampulün kullanımını daha iyi hale getirmiş ve patent altına almıştır. İlk elektrikli ampul, İngiltere’de Humphry Davy tarafından icat edilmişti. Ancak bu ampullerin kullanım ömrü oldukça kısaydı. Asıl hikaye ise Edison ve Tesla’nın karşılaşmasıyla başladı. Edison pek çok buluşu olan başarılı bir mucit ve aynı zamanda da iyi bir iş adamıydı. Fakat o dönemde Amerikalı her ticaret adamının yaptığı gibi o da biraz fırsatçılık peşindeydi. Buluşların üst üste geldiği o yıllarda kendisi de asistanlarıyla birlikte sürekli yeni buluşlar yapıyor ve bunları kendi adına patent altına alıp tabiri caizse köşeyi dönüyordu. Nikola Tesla’ysa Sırp asıllı bi Amerikan vatandaşıydı. Amerikaya geldiği ilk yıllarda kafasında pek çok farklı fikir olmasına rağmen uzun süre fabrikalarda orada burada ufak işlerde çalışmış ve sonunda kendisine küçük bir labarotuvar kurabilmişti. Tesla, bunlarla uğraşırken o yıllarda ampulü geliştirmek için doğru akım üzerine çalışan Edison ile tanışır. Edison gibi büyük bir mucit ile tanışması ve gençliğinin verdiği heyecan ile Edisona kendi teorsinden yani Alternatif akımdan bahseder. Edison Teslanın alternatif akımının kendi işlerine zarar verebileceğini anlar ve Teslanın anlattığı alternatif akımı küçümseyerek “sen bu teorilerle uğraşarak vakit kaybediyorsun” der. O dönemde Edison’un ürettiği ampuller, elektrik santrallerinin çok yakınında olsa bile çok az ışık veriyor ve kısa sürede patlıyordu. Doğru akım konusunda çözüm bulamayan Edison, bunu çözmesi için Tesla’ya bir iş teklif eder. İş tamamlandığında ise 50.000 dolar ödeyeceğini söyler. Tesla, kendi fikirlerini küçümseyen Edison ile çalışmak istemese de cebinde parası kalmadığı için işi kabul eder. Kısa sürede ampullerin bu sorununu kendi teorisi olan alternatif akım fikriyle çözer. Sonuçta bugün kullandığımız ampuller ortaya çıkar. Ancak iş bittiğinde Edison vaatte bulunduğu parayı vermez, kendisinden parasını isteyen genç Tesla’ya “Amerikaya hoş geldin tam bir Amerikalı olduğunda böyle şakaları ciddiye almaman gerektiğini öğreneceksin der.” Tesla derhal istifa eder ve kendi kurduğu labaratuvarında çalışmalarına devam eder. Edison’la aralarında rekabet başlar fakat Edison gibi büyük bir iş adamının karşısında fazla dayanamaz ve her alanda önüne engeller çıkar. Tesla,yıllar boyunca elektrik mühendisliği üzerinde çalışmış ve binlerce teori üzerinden fikirler üretmiştir. New York şehrinde karşılaşan bu ikilinin hikayesi, günümüzde bile halen tartışılır.

Kaplumbağadan Ninja mı Olur?


              Nasıl bir hayal dünyasıdır ki kaplumbağa gibi yavaş bi hayvanı onun tam aksine çevik ve hızlı Ninjayla birleştirip Ninja Kaplumbağalar gibi etkileyici karakterler yarattılar. Üstelik bu kaplumbağalara isim olarak Rönesans sanatçılarının ismini verdiler ve zıtlıkları bir adım daha öteye taşımış oldular.

             Çocukluğumuzun en bilinen ve sevilen çizgi filmlerinden olan Ninja kaplumbağalar yani orijinal adıyla TeenageMutant Ninja Turtles, ilk kez çizgi roman olarak 1984 yılında yayınlandı. Yayınlandıktan sonra o kadar başarılı olmuştu ki kısa süre içinde çocukların vazgeçilmezi olmayı başardı. Ninja kaplumbağaların ortaya çıkmasında bu zıtlıkların kullanması hiç eğreti durmamış aksine özgün ve akılda kalıcı olmuştu. Çizerlerin istedikleri de buydu aslında çizdikleri karakterin bir çok zıt özelliklerden oluşması onları daha da ilgi çekici hale getiriyordu. Bir de usta splinter var ve kendisi aslında normal bir insanken tesadüfen mutasyona uğramış ve en son dokunduğu hayvan olan fareye dönüşmüştü. Keza Ninja kaplumbağalar da gerçekte normal su kaplumbağalarıydı ve yine tesadüfen mutasyona uğramışlar ve üstün özellikleri olan Ninjalara dönüşmüşlerdi. Bildiğiniz gibi 4 ninja kaplumbağa var ve hepsi fiziksel olarak birbirinin aynısı onları ayırt edebileceğimiz sadece iki detay var taktıkları göz bandajları ve kullandıkları silahlar.İlk çizildiklerinde hepsi aynı renk bandaj takıyorlardı ve sadece savaşmak için yaratılmışlardı. Çizgi film haline getirildiğindeyse çocuklara göre daha ilgi çekici olması içindaha neşeli ve sevimli hale getirildi, her birine ayrı ayrı karakter özellikleri verildi ve en önemlisi de pizzayı çok seven yaratıklar olarak gösterildi. Kimi çevrelerceninja kaplumbağaların bu pizza sevgisi yükselen kapitalizmin bir parçası olarak çizgi filmi izleyen çocukları pizzaya özendirmek için yapıldığı söylendi ve söylediklerinde haksız da sayılmazlardı. Çizgi serinin patlama yaptığı yıllarda pizza satışlarında da aynı oranda patlama yaşanmıştı. Neyse biz kaplumbağalara geri dönelim. Ekibinlideri, Leonardo, ismini Rönesans döneminin ünlü sanatçısı Leonardo DaVinci’den alıyor ve mavi bandaj takıyor, bir tür japon kılıcı olan çift bushido kullanıyor. Aslında ilk çizildiğinde ekibin lideri olarakRaphael gösterilmişti Rafaphael ismini Rönesans sanatçısı RaphaelSanziodan alır ekibin sert ve hırçın çocuğudur.kırmızı bandaj takıyor ve çift sai kullanıyor. Fakat sonraki serilerde Leonardo daha ön planda tutuldu ve ekibin lideri konumuna geldi.Michelnagelo,Kaplumbağa ekibinin en çocuksu ve belki de en komik üyesidir. Karakter olarak uysal ve yaramaz bir yapıya sahiptir. Çift nunçaku kullanır ve turuncu bandaj takar.Nunçaku kullanması sebebiyle 1988 yılında avrupada sansürlenmiş ve nunçaku yerine borda kancası kullanmaya başlamıştır. Böylece tekrar yayınlanmaya devam etmiştir. Michelangelo ismi, yine ünlü Rönesans sanatçısıMichelangeloBuonarroti’ den esinlenilmiştir. Donatello, Kaplumbağa ekibinin teknoloji ve bilim alanlarındaki en etkili ve bilgili üyesidir. Bu sebeple, şiddetli davranışlara da en az başvuran kaplumbağadır. Düşmanlarına karşı en önemli silahı önce zekasıdır.  Bo adındaki japon dövüş sopasını kullanır ve mor bir bandaj takar. Donatello ismi de yine rönesans sanatçısıDonatello’ dan esinlenilmiştir. Kötü karakterler arasındaki en ünlüleri hiç şüphesiz; Shredder ve Beyin’dir.Shredder neredeyse her bölümde kahramanlarımızın en büyük düşmanıdır aslında asıl düşman shredderin kendisi değil onu yönlendiren beyindir. Beyin iri bir vücudun karnına yerleşmiş ve tüm emirleri oradan vererek Ninja kaplumbağalarla sürekli mücadele halindedir.


              Ninja kaplumbağalar için pek çok çizgi film ve tv dizisi şeklinde seriler vardır bunun yanında 1990 yılından 1993 yılına kadar 3 leme şeklinde sinema filmleri çekilmiş ve son olarak da 2014 ve 2016 yılında 3 boyutlu olarak sinemaya uyarlanmıştır. Fakat izleyici yorumlarına bakılırsa teknoloji faktörü bu film için fazla geliştirici olmamış aksine kaplumbağaların sevimliliği ve karakter özelliklerini yitirmesine sebep olmuş. Şöyle ki normalde kısa ve sevimli yaratıklar olan Ninja kaplumbağalar filmde daha iri ve sert tipler olarak gösterilmiş. Yıllar geçtikçe teknoloji ve izleyici faktörüne bağlı olarak karakterler değişmiş olsa da Ninja kaplumbağaların aklımızda en çok yer eden hali 90 lı yıllardaki çizgi film serisi olmuştu. En azından benim için öyle.

30 Haziran 2016 Perşembe

İlk Filmler Nasıl Çekildi? / Sinemanın Keşfi

Sinema, bugün dünya genelinde büyük bir endüstri haline geldi. Şu anda siz olduğunuz yerde oturuyorken dünya genelinde binlerce film çekiliyor. Büyük paralar, yıldız oyuncular, ihtişamlı kırmızı halılar, ödüller. Peki tüm bunlar nasıl başladı? İlk filmler nasıl çekildi? Devamı için youtube videomu izleyebilirsiniz... Youtube kanalıma ücretsiz abone olmayı unutmayın :) iyi seyirler.




29 Haziran 2016 Çarşamba

Uykusuzluğa Ne Kadar Dayanabiliriz?

İnsanın hayatta kalabileceği koşullar bellidir yani ne kadar süre havasız susuz ya da aç kalabiliriz gibi soruların cevapları "3 Koşul" kuralıyla ortalama olarak tanımlanır.

Bunlar sırasıyla şöyledir; İnsan 3 dakika nefessiz, 3 gün susuz ve 3 hafta aç kalabilir. Diğer koşullar ise daha karmaşıktır; çünkü insanlar bu sınırları nadiren test edebilmişlerdir. İnsanın sınırlarıyla ilgili çok fazla soru sorulabilir. Ancak bu videonun konusu uykusuzluğa ne kadar dayanabiliriz?


Ne kadar süre uyanık kalabiliriz? 


Hava kuvvetleri pilotlarının üç ya da dört günlük uykusuzluktan sonra dayanamayıp uykuya dalarak uçakları düşürdükleri bilinir. Gönüllü olarak en uzun süre uykusuz kalabilen insan ise 17 yaşındaki Randy Gardner oldu. 1965’te bir lise bilim fuarı için tam olarak 264 saat (yaklaşık 11 gün) uykusuz kalmayı başardı ancak 11. günde hayaller ve halüsünasyonlar görmeye başladı, uykusuzluktan adeta gözleri açık bir bitkiye dönüşmüştü. 


Peki insan uykusuzluktan ölebilir mi? 

2012 yılında yapılan bir habere göre 26 yaşındaki Çinli bir adam 11 gün boyunca Avrupa Kupası’ndaki tüm maçları izlemek için uykusuz kaldıktan sonra ölmüştü. Ancak adam, maçları izlediği 11 gün boyunca sürekli alkol alıp sigara içmişti, dolayısıyla sadece uykusuz kaldığı için öldüğünü söylemek yanlış olur. Hiçbir insan sadece uykusuzluktan ölmez; Rus bilim adamlarının insan denekler kullanarak yaptığı iddia edilen bir uykusuzluk deneyinde 15 gün boyunca 5 adamın uykusuz bırakıldığı ve bunun sonucunda zombileşerek birbirlerini parçaladıkları iddia edilir. İddiaya göre 1940 lı yıllarda 5 tane savaş mahkumu 1 odaya kapatılmış ve uyarıcı gazlarla 15 gün boyunca uyanık kalmaları sağlanmıştı. Odanın içerisinde 5 kişiye 1 ay yetecek kadar yiyecek ve su bırakılmıştı. Kameralarla izlenen bu 5 kişi için ilk günler zorlanmadan geçildi fakat ilerleyen günlerde anormallikler başlamıştı. Uykusuzluktan sayıklayan ve hayal gördüklerini söyleyen mahkumlar 15. Günden sonra yürüyen ölülere dönmüşlerdi. İddia böyle fakat bunun gerçek olduğuna dair hiçbir kanıt bulunamamıştır. Bilim adamları etik bir deney olmadığı için laboratuvar ortamında insanların uykusuzluktan ölme noktalarını ölçemediler. Ama bu deneyi fareler üzerinde yaptılar. 1999 yılında Chicago Üniversitesi’ndeki uyku araştırmacıları fareleri içi su dolu yuvarlak bir kaba koydular ve farelerin beyin dalgalarını bir bilgisayar programı yardımıyla kaydederek uykunun ilk belirtilerini yakalamaya çalıştılar. Fareler uykuya dalacakken, daire şeklinde olan kap dönmeye başlıyor, onların kabın kenarlarına çarpmasını sağlıyor ve onları suya düşmekle korkutuyordu. Fareler bu acınası halde uykusuz kalarak iki hafta yaşayabildiler. Bu kemirgenlerin, yok olmadan önce, hiper-metabolizma belirtileri gösterdikleri, yani hiç hareket etmeden dahi çok hızlı kalori yakmaya başladıkları gözlendi. Hiper-metabolizma ise tamamen uykusuzlukla alakalı. Bu demek oluyor ki uykusuz kaldığınız sürece hiç hareket etmeseniz bile vücudunuz katlanarak daha fazla enerji harcar ve halsiz düşersiniz. Hafızanızı diri tutmak ve iyi bir gün geçirmek istiyorsanız düzenli uyumaya özen gösterin.